10 Kasım 2010 Çarşamba

Uzay boşluğu. zannedersem tek eksiğimiz uzay boşluğuydu. 

Sandalyeye oturdu, kafasını ellerinin içine aldı ve saçlarını çekerek acının içinde birşeyler uyandırmasını bekledi. herhangi birşey, herhangi bir duygu. Acı arttıkça onu düşündü; bir kıvılcım, ufak bir sızı. Hayır, hiçbirşey. kalemi ve kağıdı yere savurarak dizlerinin üzerine yere düştü. Ellerini kavuşturarak yukarıya doğru baktı ve kafasını sallamaya başladı. 3 sene diye düşündü. O günden buyana geçen tam 3 koca yıl. ve koca bir hiç. 3 yıl öncesini şimdiye bağlayan ince pamuk ipliği, gökyüzünün sınırlarını çizen bir ufuk çizgisi gibi; gri, hareketsiz. Gökkuşağının bittiği yerde bir kazan dolusu altın vaadeedilmesi gibi; çizginin gölgesi altında kalan herkese mutsuzluk vaadediyordu. Tıpkı o günden sonra hayatına giren herkese onun bahşettiği gibi. yapmacık muhabbetler, heyecansız flörtler, tutkusuz seksler. Arkadaşları haklı olmalıydı, yada belki de konuşan testosterondu. farketmez. Dönüp dolaşıp geldiği yer yine aynı nokta. Bu masa, bu sandalye, bu kalem, farklı boş sayfalar. Odanın bir köşesinde buruşturulup atılmış kağıt yığınına baktı. Ziyan olmuş hayatlar, kaçırılmış fırsatlar. Belki paralel evren de şansım yaver gitmiştir diye düşünerek hayatında ki önemli karar anlarını hatırlamaya çalıştı. Ve hemen kendisinin kahkaha olarak tanımlayacağı bir ses çıkardı, anılar dağıldı. Kelebeğin etkisi mi, kafasında filler tepinse hiçbirşey değişmezdi. Ama belki.

Belki o son içkiyi içmeseydi. O son öpücüğü almasaydı. O son bakışı atmasaydı. O son anda direksiyonu kırabilseydi. 

Eve gidebilseydik. Müzikle sevişebilseydik. Kollarımda uykuya dalabilseydi.

Gülümsedi ve yığına başka bir kağıdı buruşturup attı.
Yazan: Erdem Abidinoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder