8 Kasım 2010 Pazartesi

hayatta herşey bir mastürbasyon. ilişkiler başladıkları zaman ki heyecanlarını hiçbir zaman korumuyorlar. yeni bir insanı tanımanın heyecanı, eski bir insana tahamül etmeye çalışmaya dönüşüyor. aşk da bunun mazareti. ve bunları yazmama, dolayısıyla bilmeme rağmen aşkın ızdırabını çeken güruhta ki gerizekalı yandaşlarım ile saflarımızı sıklaştırıyoruz; klişe, insanın içini cız ettiren repliklerimizle moralimizi yüksek tutup düşmanı olmayan bir savaşta taauruza kalkıyoruz. 
tepeleri aşıyoruz, ağaçların etrafından, kayaların üstünden atlıyoruz, teker teker gerizekalılar tepelerden yuvarlanarak, ağaçlara çarparak, kayalarda sekerek çekişiyor. bazıları diğerlerine yardım ediyor ama kendilerini götürmekten acizler, yine de parçalarını feda ederek onları ayağa kaldırmaya çalışıyorlar, yolun sonunda ona ulaşacakları ve başka bir ruha da bu yüce uğur da yardım edeceği için kendilerini mağrur görüyorlardı.
ben ise bu savaşı önceden vermiş, vaha zannettiğim kumlarda gereğinden fazla debelenmiştim, düşenleri umursamadan ileri doğru yürüyordum. kendini kandırmanın bilincin de, ama yine de amacına ulaşmak isteyen amaçsız bir asker. gözümü ufka dikip sadece yürüyordum, tepeler sallanmaya, dallar üstüme düşmeye, kayalar altımdan yuvarlanmaya başladığında ki yaşadığım dejavu bile bu yoldan beni alıkoyamıyordu. artık gerizekalı yoldaşlarım azalmaya ve birbirlerine yardım etmemeye başladı, bazılarının kolları, bazılarının bacakları eksik. hepsinin kafasında aynı düşünce, farklı yüzler. ama gözlerinde ki parıltı yola çıktıklarında kinin yanında bir esinti gibi kalmış artık. dejavu’yu tekrar yaşıyorum. gözlerin de kendi silüetimi yakalıyorum; bitmiş, tek kolu olmayan bir gölge. aşağı bakıyorum; kolum yerinde. ama göğüs boşluğumun olması gereken yerde bir yük var, bir yumruk icabına bakıyor. yada ben öyle düşünüyorum.

bir tepe, yemyeşil uzun otlar. soğuk, denizden gelen bir rüzgar esip saçlarını savuruyor parçalanmış gerizekalıların. son bir gayret; bir adım, bir sürünme, bir rahatlama çığlığı. aklım da, gördüklerim ve anılarım birbirine karışıyor, ne ummam gerektiği bilmiyorum. bilinmezliğin getirdiği korku, yolculuk boyunca ilk defa koşmama neden oluyor. tepeye doğru çıkıyorum, herkes arkamda. zirve de güneşin ışığı mızrak gibi alnımı deliyor. gülümsüyorum. martıların çığlıkları, deniz kokusu. ve o anda hatırlıyorum; akbabaların çığlıkları, kumların uğultusu. yere düşerken arkama bakıyorum; sadece çöl, bir kol parçası ve kan kokusu.
YAZAN: Erdem Abidinoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder