26 Kasım 2010 Cuma

İS'Lİ GEÇMİŞ ZAMAN

kalbim paramparça
aldırma

tıpkı bu hasır çardaklar gibi
aldırma zamana

ne çocuklar geçti bahçeler yeşildi
büyürken geçtim nehirden
yatay evren

gözlerim güler
günlerim ağlar
büyürken geçtim yanından

söyledim mi sana
en uzun kelebeğin öyküsü
en kısa bizim hayatımız

böyle aldın koynuna beni
taze bir kır vardı gözünde
sonra sarıya sardı gökler
ne severdim solarken sarıyı

söyledim sana
sarının sonu tutuşmaktır
kupkuru ağaçta baharı beklemektir

sen yoktun ben bir ormana aşık oldum
böyle girdim koynuna
ismimi yazdı koynuna

daha aşka çok bahar uğrayacak
daha başka çok bahar ağlayacak

kalp kalbe karşıdır
göz gözde demlenir
bütün düşler beynin üzerindedir
bütün ayaklar beynin altındadır
ayakların cezası ömür boyu gidememektir...


YAZAN : Emre YAZAN

20 Kasım 2010 Cumartesi

YILDIZ - HIRSIZ



yıldız çalarım ben
çatılarda gölge gibiyim geceleyin

göklerin mücevheridir onlar
dokunduğum anda avuçlarım buz olurlar

kötülük etmem kimseye bundan başka
yıldız çalarım ben;
aklımdan bir kıta göç ettiğinden beri

sivri pabuçlarım bir de kel kafam
başkaca hinliğim yoktur

hayran olduğum ay'dan çekinirim bir tek
yalnızca o görür kopardığımı çocuklarını
affetsin diye tanrı ve ay'a ayrı ayrı yalvarırım

buradan ince bir yağmurla yeryüzüne ineceğiz
torbamda yıldızlar ;
gündüz birer taş gibi


gece olunca anlıyoruz
ömrüm ve zaman beyazda duruyor
zümrüt ve diğerleri ışıltıdan doğuyor

çalıyorum tüm renklerini gecenin
mavi ve siyahta bir kül kadar renksizim
ancak yıldızların aşkı içimde kırmızı şimdi

odama asacağım onları ki;
gölgem bile naif bir tüle dönüşsün
parlasın gözlerim ve pencerelerim

ayaklarım yerde , aklım göklerde
bir fanus gördüm düşümde
alemlerden aleme nefes nefese

göklere çıkamazsam
gökleri getiririm bize

Çizim: graphiceverywhere
YAZAN : Emre YAZAN
Fotoğraflar: Bedirhan PEHLİVANLI

10 Kasım 2010 Çarşamba

Uzay boşluğu. zannedersem tek eksiğimiz uzay boşluğuydu. 

Sandalyeye oturdu, kafasını ellerinin içine aldı ve saçlarını çekerek acının içinde birşeyler uyandırmasını bekledi. herhangi birşey, herhangi bir duygu. Acı arttıkça onu düşündü; bir kıvılcım, ufak bir sızı. Hayır, hiçbirşey. kalemi ve kağıdı yere savurarak dizlerinin üzerine yere düştü. Ellerini kavuşturarak yukarıya doğru baktı ve kafasını sallamaya başladı. 3 sene diye düşündü. O günden buyana geçen tam 3 koca yıl. ve koca bir hiç. 3 yıl öncesini şimdiye bağlayan ince pamuk ipliği, gökyüzünün sınırlarını çizen bir ufuk çizgisi gibi; gri, hareketsiz. Gökkuşağının bittiği yerde bir kazan dolusu altın vaadeedilmesi gibi; çizginin gölgesi altında kalan herkese mutsuzluk vaadediyordu. Tıpkı o günden sonra hayatına giren herkese onun bahşettiği gibi. yapmacık muhabbetler, heyecansız flörtler, tutkusuz seksler. Arkadaşları haklı olmalıydı, yada belki de konuşan testosterondu. farketmez. Dönüp dolaşıp geldiği yer yine aynı nokta. Bu masa, bu sandalye, bu kalem, farklı boş sayfalar. Odanın bir köşesinde buruşturulup atılmış kağıt yığınına baktı. Ziyan olmuş hayatlar, kaçırılmış fırsatlar. Belki paralel evren de şansım yaver gitmiştir diye düşünerek hayatında ki önemli karar anlarını hatırlamaya çalıştı. Ve hemen kendisinin kahkaha olarak tanımlayacağı bir ses çıkardı, anılar dağıldı. Kelebeğin etkisi mi, kafasında filler tepinse hiçbirşey değişmezdi. Ama belki.

Belki o son içkiyi içmeseydi. O son öpücüğü almasaydı. O son bakışı atmasaydı. O son anda direksiyonu kırabilseydi. 

Eve gidebilseydik. Müzikle sevişebilseydik. Kollarımda uykuya dalabilseydi.

Gülümsedi ve yığına başka bir kağıdı buruşturup attı.
Yazan: Erdem Abidinoğlu

8 Kasım 2010 Pazartesi

hayatta herşey bir mastürbasyon. ilişkiler başladıkları zaman ki heyecanlarını hiçbir zaman korumuyorlar. yeni bir insanı tanımanın heyecanı, eski bir insana tahamül etmeye çalışmaya dönüşüyor. aşk da bunun mazareti. ve bunları yazmama, dolayısıyla bilmeme rağmen aşkın ızdırabını çeken güruhta ki gerizekalı yandaşlarım ile saflarımızı sıklaştırıyoruz; klişe, insanın içini cız ettiren repliklerimizle moralimizi yüksek tutup düşmanı olmayan bir savaşta taauruza kalkıyoruz. 
tepeleri aşıyoruz, ağaçların etrafından, kayaların üstünden atlıyoruz, teker teker gerizekalılar tepelerden yuvarlanarak, ağaçlara çarparak, kayalarda sekerek çekişiyor. bazıları diğerlerine yardım ediyor ama kendilerini götürmekten acizler, yine de parçalarını feda ederek onları ayağa kaldırmaya çalışıyorlar, yolun sonunda ona ulaşacakları ve başka bir ruha da bu yüce uğur da yardım edeceği için kendilerini mağrur görüyorlardı.
ben ise bu savaşı önceden vermiş, vaha zannettiğim kumlarda gereğinden fazla debelenmiştim, düşenleri umursamadan ileri doğru yürüyordum. kendini kandırmanın bilincin de, ama yine de amacına ulaşmak isteyen amaçsız bir asker. gözümü ufka dikip sadece yürüyordum, tepeler sallanmaya, dallar üstüme düşmeye, kayalar altımdan yuvarlanmaya başladığında ki yaşadığım dejavu bile bu yoldan beni alıkoyamıyordu. artık gerizekalı yoldaşlarım azalmaya ve birbirlerine yardım etmemeye başladı, bazılarının kolları, bazılarının bacakları eksik. hepsinin kafasında aynı düşünce, farklı yüzler. ama gözlerinde ki parıltı yola çıktıklarında kinin yanında bir esinti gibi kalmış artık. dejavu’yu tekrar yaşıyorum. gözlerin de kendi silüetimi yakalıyorum; bitmiş, tek kolu olmayan bir gölge. aşağı bakıyorum; kolum yerinde. ama göğüs boşluğumun olması gereken yerde bir yük var, bir yumruk icabına bakıyor. yada ben öyle düşünüyorum.

bir tepe, yemyeşil uzun otlar. soğuk, denizden gelen bir rüzgar esip saçlarını savuruyor parçalanmış gerizekalıların. son bir gayret; bir adım, bir sürünme, bir rahatlama çığlığı. aklım da, gördüklerim ve anılarım birbirine karışıyor, ne ummam gerektiği bilmiyorum. bilinmezliğin getirdiği korku, yolculuk boyunca ilk defa koşmama neden oluyor. tepeye doğru çıkıyorum, herkes arkamda. zirve de güneşin ışığı mızrak gibi alnımı deliyor. gülümsüyorum. martıların çığlıkları, deniz kokusu. ve o anda hatırlıyorum; akbabaların çığlıkları, kumların uğultusu. yere düşerken arkama bakıyorum; sadece çöl, bir kol parçası ve kan kokusu.
YAZAN: Erdem Abidinoğlu

5 Kasım 2010 Cuma

ÖLÜ ARABA 1

soluduğu tozlardan öksürmüştü küçük çocuk.öğleden sonraları bu kime ait olduğunu bilmediği arabaya geliyordu.camları hergün biraz daha kırılan, tekerleri hergün biraz daha toprağa gömülen , zamansız arabanın arka koltuğunda uyuyakalıyordu..gözlerini açtı ve ön koltukta yaşlı bir adamın kendisine baktığını farketti. ne kadar bu yabancının kim olduğunu merak etse de tekrar olduğu yere başını koydu.adamın üstünde ki kot şort arabada ki herşeyden daha tozlu geldi gözüne.bir süre aynadan adamın kirli saçlarını alnına yapıştırmaya çalışmasını izledi.yabancıdan çekinmiyordu,belki arabanın hareket etmesinden korkabilirdi ancak ikisinin de bunu yapmak istemediğini hissediyordu.parmaklarını öylesine hareket ettirirken ön koltukta oturan adamı düşündü kendi aklınca ;yolunu kaybetmiş meczuplara benzemiyordu ,belki elinde bir tezgahta dikkat çekmeden birşeyler satmaya çalışan bir adam.. acaba yalnızca kendisinin farkında olduğunu sandığı bu arabayla bir ilgisi varmıydı ?bunu ona sormak için doğrulması gerekmiyordu ,
bu arabayı terk eden sen misin? burada ne arıyorsun?
bu arabanın gerçek sahibi şimdi tıpkı burada ki sıcak gibi boğucu bir ülkede olmalı,onu tanıyorum..
bu arabayla her gece tüm yaşadıklarını eksiksiz anlattığı dostlarıyla şehrin tepesine çıkardı,bir ailesi yoktu eski bir zamanda yaşıyor gibiydi.arabası,kıyafetleri,eşyaları ve arkadaşları olmayan bir zamana aitti sanki.
arabasını çok mu seviyordu ?
bir gece ; arkadaşlarının yanından erken ayrılmıştı,varlığını ve gerçek bildiklerini neden bugüne kadar elinin tersiyle itmemişti? neden başkalarının gözlerinin içinde kendi yürek çarpıntılarını aramalıydı sanki? yalnızca arkasından seslenen öte bir sesmişcesine onu dinlemeye koyulduğu sırada da senin yaşlarında bir çocuğa çarpmıştı.çocuğu arabaya alıp sadece ceketini kanayan yarasına örtmüştü,çocukla birlikte arabasını bırakmıştı.bugün ilk kez bu arabayı gördüm ve olanları düşünmek istedim biraz..

YAZAN : Emre YAZAN

4 Kasım 2010 Perşembe

Çizen:Bedirhan PEHLİVANLI

-,+

Yağmurlu bir pazarda sobalı evde eski türk filmi izlemek ne kadar depresifse aynı evde dışarıda 30cm kar varken cam kenarındaki yatakta kalın yorgan altında yatıp sobadan sızan ışığın tavana vuruşunu izlemek de bir o kadar huzurludur.

Yazan:Bedirhan PEHLİVANLI

DİŞİ DÜŞÜ

Kapıların ardı mı özgürlük ?
Açıklarda yüzülebilen hoşluğun mu gidilebilen
Her insanın hikayesinden kesişen yollar
Rüzgarla bir olmuş da üflüyor kulağıma
Hiç bir yerde olmayışımı
Senin şehrinde de geceler oluyor mu
İçine her düştüğünde geç olan?
Şu kesif karanlıkta
Beni sarhoş eden dolunaya güvenmeyip de ne yapayım
Utangaç melekler sabaha sığındılar
Ortasında kaldık hayatın
Tanıyamadığımız yüzler oldu uyandığımızda
Yaşamdan dönülmüştü
Artık iyilik edemezdi ayaklarımız bize
İzlerin bıraktığı izler
Kırılgan camlara dönüştüler
Yılmadan aşkı arayan herşeye karşı
Rezil bir ihanetin içindeydik
Senin olmadığın şehirlerin gecelerinde ağlayamıyoruz
Benim olmadığım gece olmadı
Senin olmadığın şehirlerin gecelerinde bütün bunlar böyle oldu
Beni haklı bulan gece olmadı
Korkacağım ellerinden sabah
Eğer beni seversen yine kendime kaçacağım

YAZAN : Emre YAZAN

MAKET

Bitmiş sigaralar

Bitmiş ilaç kutuları

Bitmiş soslu makarnalar

Bitmiş patates kızartmaları

Gitmiş misafirler

Gitmiş kokular

Bitmiş ciğerler

Sararmış perdeler

Ağlamış kadınlar

Kovulmuş kiracılar

Paslanmış trabzanlar

Kullanılmış bez ayakkabılar

Yırtılmış posterler , bir de ıslanmış

Kırılmış porselenler

Dökülmüş dişler

Yitirilmiş sağlıklı zihinler

Atılmış broşürler

Okunmamış , yırtılmamış takvimler

Harcanmış tüm zamanlar

Kalmamış mecaller

Bitmemiş umutlar

YAZAN : Emre YAZAN

GÖZ-GÜZ-YAZ

ne kadar çıplak ayakların
bedeninden öte en çirkin onlar
bakıyorsun balkonumdan yenilmeyecek gibi bir daha
adını öğrenmiştim dahasını söylemedin zaten
bilmiyorum kaç gün oldu unutmayalı
otellerden hüzün kapmışsın
çarptığın kapıların rüzgarı mı
dalgalanan saçların
yabana atmıyorum temaşanı
küçük bir çocuk olduğun günlere giderken
küçülüyor gözlerin
izliyordum seni
istemem dokunmak kanayıverir ellerim
yalnızlığın bencildir kendini bilir
acır kendine bakar içine
savunuyorum sessizce yüceltir gibi
gürültü sürülerinden seni
sırtına bir sandalye yaslanmış
keşke yazmasaydım bunları
çizebilseydim resminizi

YAZAN : Emre YAZAN